SİTE: Ana Sayfa
  • Increase font size
  • Default font size
  • Decrease font size
Arama

Hamileler Kulübü

Katil Yiyecekler Geleceğimizi Tehdit Ediyor

GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar), oldukça tartışmalı bir teknolojidir ve somut etkilerinin görülebilmesi için uzun bir zamana ihtiyaç vardır.

GDO sorunu aynı zamanda bir biyogüvenlik, biyoçeşitlilik, sağlıklı insan-hayvan-çevre ayrıca tekelleşme ve demokrasi sorunudur.

Özellikle mısır ve soya gibi ürünlerin şekerlemeler, asitli içecekler, çocuk mamaları, sebze püreleri vb. birçok hazır gıda maddesinin içinde bulunduğudur. Mısırın 700, soyanın ise 900 çeşit gıda maddesi içinde kullanıldığı (Ölçü, 2005) düşünülürse transgenik gıdaların dolaylı tüketim miktarının önemi açıkça görülecektir.

Biyogüvenlik sorunudur, çünkü, aktarılan gen kaynağından, genin aktarıldığı organizmaya istenen özelliklerin yanında istenmeyen özelliklerin de taşınması mümkündür.

Kaldı ki transfer edilen genin sadece aktarıldığı organizmadaki bazı etkileri şimdiden görülebilir. Oysa transgenik ürünleri tüketen insan ve hayvan bünyesindeki etkiler oldukça komplekstir ve zaman içinde birikerek ve değişerek ortaya çıkacaktır. Ayrıca GDO' lar biyolojik olarak yayılabilir özelliktedir. Yani bitkilere tozlaşma döneminde böcek, rüzgar vb. etkenlerle taşınan polenler, GDO kaynaklı ise, yapısına girdiği normal özellikteki bitkinin de genetiğini değiştirmektedir.

Bu kontrolsüz bir aktarım olduğu için de sonuçlarının ne olacağı kestirilemez. Bu etkileşimin şeker pancarı ve kanola bitkisinde çok daha kolay olduğu bilinmektedir. (Ölçü, 2005)

Biyoçeşitlilik sorunudur, çünkü bitkilere aktarılan gen ya da genler için herhangi bir kaynak kısıtlaması yoktur. Evrimsel olarak farklı noktalardaki canlılardan birinden diğerine aktarılan gen ya da genlerin, aktarıldığı organizmada çalışabilmesi için o organizmanın yapısal değişikliğe uğraması gerekmektedir. Bu değişikliğin zaman içinde mevcut türlerde meydana getirebileceği etki ya da etkiler bilinmemektedir. Ayrıca GDO ürünlerin tarımının yaygınlaşmasına bağlı olarak, tozlaşma vb. doğal ve kontrolsüz etkilerle, bir bitkiden diğerine aktarılan genlerin, bulunduğu bitkinin özeliklerini değiştirmesiyle birlikte mevcut türlerin de azalması ve hatta tek tipleşmesi de olasıdır.

İnsan sağlığı sorunudur. Çünkü, alerjik, patolojik, toksikolojik ve kanserojenik etkileri henüz bilinmemektedir.

GDO'lardaki genetik değişiklik, bitkinin kurak şartlara daha iyi uyum göstermesini sağlamak, bitkiyi böcek benzeri zararlılardan korumak, çeşitli nedenlerden ötürü oluşan bitki hastalıklarına ve antibiyotiğe karşı bitkiye dayanıklılık kazandırmak, o bitkiden üretilecek gıdanın raf ömrünü uzatmak vb. amaçlarla yapılmaktadır. Tüm bu farklı amaçtaki etkilere sahip genlerin insan organizmasında meydana getirebileceği yararlı ya da zararlı etkiler ve bunların komplikasyonları henüz tanımlanmamıştır.

Örneğin antibiyotiğe dirençli gene sahip gıda ile beslenmiş bir hastanın antibiyotik tedavisine cevap verip vermeyeceği ya da ne ölçüde cevap vereceği bilinmemektedir.

Bazı çevreler GDO'lu gıda tüketiminin pek çok hastalığın önemli etkenlerinden biri olduğunu ileri sürmektedir. Bunların başlıcaları, koroner kalp hastalıkları ve alzaymer olarak gösterilmektedir. Bu hastalık listesini diyabetten kronik kalp hastalığına, romatizmadan arterioskleroza kadar uzatmak mümkün. (Topal, 2005)

İlginçtir ki Avrupa Birliği 1998'de hormonla muamele edilmiş sığır etleri ve ürünlerini kanser riski taşıdığı endişesiyle satın almayı reddettiğinde ABD ve Kanada tarafından 126 milyon dolar ödemeye mahkûm edilmiştir.

Gerekçe ise AB'nin bu ürünleri tüketenlerin kanser olduğunu bilimsel olarak kanıtlayamamış olmasıdır (Bloomberg, Warren Giles, 2006). Aynı ülkeler şimdi de aslında bilimsel olarak imkansız olan bu gerekçeyi GDO'ları reddetmenin tek şartı olarak sunuyor. Çünkü biliyorlar ki kanser gibi hastalıklar yalnızca bir faktörden dolayı oluşmaz ve her zaman saklanacakları başka bir faktör bulmak mümkündür. Bununla birlikte bu hususta taraflı "bilim insanları"nın etkisi de tartışılabilir.

Hayvan sağlığı sorunudur. Çünkü GDO'ların zehrinden ölen böcekleri yiyen diğer hayvanlar da genetiği değiştirilmiş bu organizmalardan etkilenebilirler.

Ayrıca polenlerin taşınmasına yardım eden canlılar bu olay sırasında bahsi geçen organizmaların "zararlı" etkilerinden nasiplerini alırlar. Bununla birlikte GDO bitkiler hayvan yemi olarak kullanılmak üzere de yetiştirildiğinden hayvanlar da doğrudan tüm risklere açıktır.

Unutulmamalıdır ki tabiat barındırdığı tüm canlı çeşitleriyle bir bütün olduğundan bir türün risk altında olması diğer türlerin de risk altında olması anlamına gelir.

Çevre sağlığı sorunudur. Çünkü, kimyasallara olan bağımlılık artmaktadır. ABD, Arjantin ve Kanada gibi biyoteknoloji devleri her ne kadar "GDOlar için daha az kimyasal kullanmak yeterli olacaktır" söylemiyle yola çıktılarsa da, ürettikleri GDO tohumlarını patentledikleri gibi bu organizmaların yetiştirilmesi sırasında kullanılacak kimyasalları üreten şirketleri de satın alarak çiftçiye "bu ilaçları kullanırsanız ürününüz asla zarar görmeyecektir" garantisini vermişlerdir.

Yapılan araştırmalar, bu politikanın, GDO yetiştiren çiftçilerin ürüne zarar vermediği gerekçesiyle normal olarak kullandıklarından çok daha fazla miktarda kimyasal kullanmalarına neden olduğunu göstermiştir. Bundan başka, bitkinin hasadıyla birlikte toprağa karışan gen ve gen artıkları topraktaki mikroorganizma yapısını ve toprağın kimyasını bozmaktadır. Ayrıca GDOların savunma amaçlı ürettikleri toksinlere böcek ve diğer zararlıların ya da bulaşabileceği başka bir canlının direnç geliştirme ihtimali de unutulmamalıdır. Örneğin birkaç ay önce İngiltere'de yağlık tohum kolzada kullanılan bir gen dizisinin aynı tarlada yetişen yabani hardala bulaştığı tespit edildi. Bulaşan gen dizisi o kolzada ot ilacına dayanıklılık sağlayan bir gen dizisi. Yabani ot ilacı, yabani ota da bulaşırsa bu tehlike demektir. Çünkü bu durum o yabani otun artık daha güçlü ilaçlarla yok edilebileceği anlamına gelir (Bayram, 2006).

Daha güçlü ilaç ya da daha fazla kimyasal ise daha fazla çevre kirliliği demektir.

Tekelleşme ve sosyo-ekonomik bir sorundur. Çünkü, üretilen bitki tohumları patentlenmektedir. Monsanto, DuPont ve Syngenta Dow gibi biyoteknoloji devleri GDO ürün piyasasını ellerinde tutmaktadırlar.

Pastanın en büyük dilimi ise (yaklaşık %90) Monsanto'ya aittir. Bu şirketler yalnızca tohumları patentlemekle kalmayıp, zirai mücadele ilacı üreten firmaları da satın almakta ve bu alanı da tekelleştirmektedirler. Ayrıca oluşturdukları lobilerle hükümetler ve birebir çiftçilerle de anlaşmalar yaparak yalnızca daha fazla kar amacı güden taleplerinin karşılanmasını sağlamakta ve kendilerine bağımlı hale getirmektedirler.

En çarpıcı örneklerden birisi "Basmati" tohumudur. Ezelden beri Hindistan'a ait olan "Basmati" adındaki çeltik tohumunun patentini Texas'lı bir şirket almış ve adını "Texati" koymuştur. Hindistan'a ait olan bu çeltik artık Texas'lı bir şirketindir ve bu tohumu ekmek isteyenler artık bu yabancı şirketten satın almak zorundadırlar.

Bu konuya ilişkin son gelişme, geçtiğimiz günlerde (7 Şubat 2006) yapılan toplantıda Dünya Ticaret Örgütü'nün, Avrupa Birliği ve 6 üye ülkesinin genetiği değiştirilmiş gıda ve ürünlerini kabul etmeyerek uluslararası ticaret yasalarını ihlal ettiğini açıklamasıdır. Bahsi geçen bu 6 ülke belli başlı bazı biyoteknolojik ürünler konusunda ulusal yasak getiren Avusturya, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya ve Lüksemburg'tur ( GİLLİS & BLUSTEİN, 2006).

Avrupalı tüketiciler genetiği değiştirilmiş ürünler konusunda oldukça hassaslar. Avrupalı market zincirlerinin çoğu, genetiği değiştirilmiş bileşenler içeren gıda maddelerini stoklamayı reddediyor. Avrupalı tüketiciler, üreticilerden bu tür bileşenlere sahip gıda ürünlerinin mutlak suretle özel olarak etiketlenmesini talep ediyorlar.

1990'larda, dioxin'li tavuklar, öldürücü beyin hastalığına sebep olan sığır etleri gibi gıda güvenliği skandallarıyla çok canı yanan Avrupalıların, Avrupalı bilim insanlarına güveni oldukça azalmış, Amerikalılara ise hemen hemen hiç kalmamıştır ( GİLLİS & BLUSTEİN, 2006).

HAZIRLAN TÜRKİYE SIRA SENDE

Açlıktan insanları ölen Afrikalı ülkelerin (Zambia) yöneticileri bile ABD'nin genetiği değiştirilmiş ürünlerden oluşan gıda yardımlarına itiraz etmişler, "normal gıda" talebinde ısrar etmişlerdir.

Ancak ABD'li yetkililerden aldıkları yanıt açık ve sert olmuştur: "dilencilerin seçme hakkı olamaz!" ( ÖLÇÜ, 2005).

Afrikalılar ise bunun üzerine 8 Şubat Çarşamba günü GDO gıdalara karşı durmaya yemin etmiştir. (Lusaka, SCHACİNDA, 2006) Washington'daki Ralph Nader tarafından kurulan tüketici grupları bilgi ağının bir parçası olan Global Ticareti İzleme Bürosu (global trade watch) yöneticisi Lori Wallach Dünya Ticaret Örgütü kararı sonucu ortaya çıkan bu durumu "geriletici ve yozlaştırıcı" olarak tanımlamış ve DTÖ'yü "dünyanın geri kalanına da, tüketici isteklerini ve bu tüketicilerin seçtiği yasal temsilcilerin sözlerini hiçe sayarak Frankeştayn gıdaları tüketmeye zorlamak"la suçlamıştır ( GİLLİS &BLUSTEİN, 2006).

Demokrasi sorunudur. Çünkü, DTÖ'nün bu kararı hükümetleri ve bunların temsil ettikleri milletleri kendileri için neyin güvenli olduğu kararını vermekten yoksun bırakmaktadır.

Ayrıca tüketiciler mevcut etiketleme politikaları yüzünden ne tükettiklerini bilme hakkından mahrum bırakılmakta ve riskleri tam olarak belirlenmemiş bu organizmaların bünyelerinde yaratması olası tüm rahatsızlıklara bilinçdışı bir şekilde maruz kalmaktadırlar.

Sonuç olarak, GDO yeni ve kapsamlı etkileri olan bir teknolojidir ve risklerinin bilimsel olarak belirlenebilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Burada sorulması gereken temel soru dünyanın bu ürünlere ihtiyacı olup olmadığıdır. GDO ilk olarak kaliteli ve ucuz gıda üretimi, dünyadaki açlığın önlenmesi, çevre kirliliğinin azaltılması ve gıdaları genetik olarak vitaminlerle takviye ederek beslenme yetersizliklerine çözüm bulmak vb gibi güzel söylemlerle ortaya çıkmıştır. Şu anki duruma bakılırsa GDO için vaat edilen hiçbir sav gerçekleşmemiştir.

GDO ürünler kesinlikle daha kaliteli ya da daha ucuz değildir.

Bu tür ürünler;
- Piyasaya yerleşene kadar bir pazarlama tekniği olarak diğerlerinden daha ucuza satılabilir, ancak tüketimin artması, üretimin artmasına ve aynı zamanda patent hakkı dolayısıyla dayatılan bağımlılığın da artmasına neden olacağından bu ürünlerin sonrasında da aynı ucuzlukta olacağını ummak oldukça iyimser bir tutumdur.

- Çevre kirliliğini azaltmak bir yana çevre kirlenmesine katkıda bulunmuştur.

- En büyük GDO üreticileri olan ABD, Arjantin ve Kanada'nın açlarının sayısında bir azalma olmadığı istatistiklerde gayet açıktır.

- A vitamini yetersiz beslenmeye (ve buna bağlı körlük oluşumuna) çözüm olarak üretilen genetiği değiştirilmiş çeltiğin bir aldatmaca olduğu beslenme uzmanları tarafından açıkça deklare edilmiştir.

Şöyle ki, vücuda alındığında A vitaminine dönüşen yani A vitaminin pro- vitamini olan beta-karoten adlı maddeyi bünyesinde üretecek gene sahip çeltik üretilmiş ve buna "altın çeltik" denmiştir. Ancak göz ardı edilen önemli bir gerçek vardır, beta-karotenin A vitamine dönüşebilmesi için vücutta belli oranlarda yağ, protein ve çinko bulunması gerekmektedir. Zaten yetersiz olarak beslenen bir insanın vücudunda bu bileşenlerin gerekli oranlarda bulunma ihtimali oldukça düşüktür.( ÖLÇÜ,2005) Oysa günlük olarak alınması gereken A vitamini miktarı belli başlı sebzelerden, yumurtadan veya belli miktarda sütten kolaylıkla karşılanabilir.

GDO bilimsel açıdan da oldukça önemli bir teknolojidir ve teknolojinin karşısında olmak elbette ki düşünülemez. Ancak burada teknolojinin hangi amaçlar ya da gereklilikler doğrultusunda kullanılacağı, kullanımının hayati riskler taşıyıp taşımaması ya da hangi durumlarda taşıdığı, insani ve etik değerler açısından ne kadar doğru olup olmadığı da tartışılmalıdır. Unutulmamalıdır ki milyonlarca insanın doğrudan ya da dolaylı olarak ölümüne sebep olan atom bombası da önemli bir teknolojidir. GDO teknolojisi savunulan tüm olumlu kriterlere sahip olabilir, ancak bunun görülebilmesi için uzun bir zamana ve tarafsız araştırma sonuçlarına ihtiyaç vardır.

Türkiye'nin 11 bin, Avrupa kıtasında ise 14 bin bitki türü bulunmaktadır (ÖLÇÜ, 200 ) Dünyada mevcut doğal zenginlikler bir kısmı yok edilmesine rağmen oldukça doyurucudur.

FAO tarafından da ifade edildiği üzere açlığın nedeni, ne yetersiz tarım arazileri ne de yetersiz üretimdir, asıl sorun, üretilen ürünlerin adil pay edilememesinden kaynaklanmaktadır. Buna etki eden en önemli faktörler ise politik ve finansal nedenlerdir.

Neşe Yılmaz
T.Ü.Gıda Mühendisliği


Üstteki yazı ve görsel www.gidahareketi.org dan alınmıştır

Yediğinizin güvenli olduğunu farz ettiniz. Kimya ve genetik endüstrilerinin, yediğiniz patatesin DNA'sını yapay yöntemlerle değiştiren yeni bir teknoloji kullandığından haberiniz yoktu. Genleri değiştirilmiş patatesler sanki normal, doğal patateslermiş gibi, etiketlerinde hiçbir bilgi verilmeden satılmıştı. Bu yazıda size genleriyle oynanmış yiyeceklerden bahsedeceğim. İnsanlar üzerine etkilerinin ne olduğu araştırılmadan piyasaya sürülen bu yiyeceklerin zararlarını anlatacağım.

Diyelim ki, günümüzde Frankeştayn'ın torunlarından Küçük Frankeştayn diye biri var.

Frankeştayn'ın kim olduğunu da hatırlatalım; hani ölmüş insanların değişik organlarını ve elektriği kullanarak bir canavar yaratmıştı... Küçük Frankeştayn da dedesi gibi, garip teknik araştırmalar yapmak istiyor. Ama özellikle gıda endüstrisi üzerinde çalışıyor. Küçük Frankeştayn'nın yaptığı kaçık deneyleri bir düşünelim... Dedesinin izinden giderse, birbiriyle hiç alakası olmayan şeyleri bir araya getirip yepyeni şeyler ortaya çıkarmak isteyecek. Doğada hiçbir şekilde görülmeyecek canlıları laboratuarında üretecek. Gözümüzün önüne getirmeye çalışalım. Elektron mikroskobuyla patatesin içindeki DNA'yı keser mesela. Binlerce nesildir patatesin nasıl büyüyeceğine, nasıl yaşayacağına ilişkin bilgileri içeren çift sarmal yapılı, canlı ve çok değerli DNA'sını. Milyonlarca yıllık doğal süreçlerle oluşmuş genetik kodu keser.

Gen tabancası isimli yeni bir aletin kullanıldığı deneysel bir yöntemle, Küçük Frankeştayn, doğal süreçler yerine, kendi kişisel, yapay seçimlerini uygular. Mesela, kesilmiş patates DNA'sı ile bir böceğin ve genleri değiştirilmiş bir bakterinin DNA'larını birleştirir. Gen tabancasını kullanarak balıkla domatesin, domuzla insanın, bakteriyle soya fasulyesinin, virüsle mısırın DNA'larını birleştirir.

Bunun üstüne bir de Küçük Frankeştayn'ın Amerikan Tarım Bakanlığı, FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) gibi kuruluşları; genetik mühendisliğiyle yiyecek üretimi konusunda devasa şirketler haline gelmiş Monsanto, DuPont, Galgene, Novartis gibi çokuluslu firmaları yönettiğini varsayalım. Bu durumda, garip deneylerini gerçekleştirmek için çok büyük paralara erişebilir. Büyük bir güce sahip olur, devleti, hukuku kendi çıkarları uğruna manipüle eder. Tarım Bakanlığı laboratuarlarına, üniversite laboratuarlarına ve dünyanın her yerindeki laboratuarlara ödenekler verir. Üniversiteleri, Tarım Bakanlığı'nı, FDA'yı kontrolü altına alır. Onun direktifleri doğrultusunda farklı canlıların DNA'ları birbirine birleştirilir, sonra da insanlara etkisi bilinmeksizin, etiketinde hiçbir bilgi verilmeden, habersiz insanlara yedirilir. Ürettiği bu garip yiyecekleri gizlice başka ülkelere satmaya çalışır. Eğer bu ülkeler itiraz edecek olurlara parasını, gücünü, etkisini ve bağlantılarını kullanarak onları ticari savaş tehdidiyle korkutur.

Tabii ki Monsanto, DuPont, Calgene, Novartis, biyoteknoloji şirketleri, ABD Tarım Bakanlığı ve FDA'nın bu tür şeytani niyetleri olamaz. Onlar sadece işlerini en iyi şekilde yapabilmek için ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Küçük Frankeştayn bir hayali figür. Fakat, bu şirketlerin, Tarım Bakanlığı'nın, FDA'nın ve yiyecek teknisyenlerinin yaptığı işler tıpkı Küçük Frankeştayn'ın yapacağı cinsten. Uluslararası biyoteknoloji şirketleri, Tarım Bakanlığı ve FDA sadece hırslarını önemsiyor ve hiçbir şeyin yarınını düşünmüyorlar. Bilimsel teknisyenler olarak, yaptıklarının uzun vadeli etkilerini görme yetenekleri yok. Kimya/ genetik mühendisliği endüstrisi ve Tarım Bakanlığı çok farklı canlıların DNA'larını birbiri ile birleştirerek, daha önce dünya üstünde hiç görülmemiş canlılar üretiyorlar. Daha sonra, genetik mühendisliği lobicileri, kanunlarda gedikler bularak deneysel üretimlerinin piyasada satılmasını sağlıyorlar. Birçok kuruluşlara yapılan ödemeler (ya da kanuni rüşvetler diyebiliriz), etkili yerlerde çalışan eski ahbaplar ve devlet kurumlarıyla şirketler arasındaki maddi çıkar ilişkileri sayesinde ABD ve başka birçok ülke bu sentetik yiyeceklerin insanlara satılmasını onayladı hatta destekledi. Genetik mühendisliği endüstrisi bu ürünlerin etkilerinin ne olacağını test etmeden ve etiketlerine hiçbir bilgi koymadan satıyor. Üstüne üstlük, ABD hükümeti bu ürünleri reddeden veya etiketlerine bilgi koymak isteyen ülkeleri Dünya Ticaret Örgütü (DTO) yaptırımlarıyla tehdit ediyor.

Bütün dünyadaki tüketiciler olarak ne yediğimizi bilmeye hakkımız var. Bu yiyecekleri isteyip istemediğimize karar verme hakkımız var. Çocuklarımızın bu yiyecekleri yiyip yemeyeceğine karar verme hakkımız var.

Dünyanın neresinde yaşıyor olursanız olun, marketlerde bu Frankeştayn yiyecekler test edilmeden ve etiketlerinde bilgi verilmeden satılıyor. 1994 yılından itibaren genetik endüstrisi genleri değiştirilmiş domates ve genleri değiştirilmiş hormon (bovine growth hormone - rBGH) içeren süt satmaya başladı. 1997 yılında senelerdir yaptığı araştırmaların parasını çıkarmak istercesine test edilmemiş 30 bin çeşit genleriyle oynanmış ürünü piyasaya soktu.

Neden tehlikeli?

Genleri değiştirilmiş yiyecekler, tüketiciler bilmeden yediği için alerjilere, sakatlıklara ve ölümlere sebep oldu. 1997 yılında genetik mühendisliği ürünü triptofan'ın üretimi sırasında ortaya çıkan zehirli ve ölümcül bakteriler nedeniyle 51 kişi öldü ve bin 500 kişi kalıcı olarak sakatlandı. Soya fasulyesine eklenmiş olan brezilya fıstığı genleri birçok insanın ciddi alerjik reaksiyonlar göstermesine sebep oldu. Daha fazla yan etki ve ölüm vakalarının olabileceğini tahmin etmek zor değil. Etiket üstünde doğru bilgi verilmezse sağlık problemlerinin sonu gelmez.

Genetik mühendisliği çevreye, ekosisteme geri dönüşü veya temizlenmesi mümkün olmayan, korkunç zararlar veriyor. Mikroorganizmalar, bitkiler ve diğer canlılar genleriyle oynanmış bu ürünlerle zehirlendikleri zaman gelecekte doğada nasıl bir değişim göreceğimizi tahmin bile edemiyoruz. Doğal hayatı, yabani bitkileri bile etkileyecek olan bu değişim artık geri döndürülemez bir süreç haline gelecek. Genetik kirlilik, canlıların kendi bedenlerinde devam edecek, her canlının DNA'sının içine girecek. Bu, nükleer bombadan bile daha korkunç. Ne kadar uzun sürerse sürsün, nükleer bombanın etkisi bir zaman sonra sona eriyor fakat genetik kirliliğin geri dönüşü yok!

Bunu neden yapıyorlar?

Genleriyle oynanmış yiyeceklerin büyük miktarlarda satılması kimya/ genetik endüstrilerinin karlarını artırıyor. Genetik araştırmaları için harcadıkları milyarlarca doları geri kazanmak istiyorlar. Stratejileri, genlerini değiştirdikleri yiyecekleri en hızlı şekilde piyasaya sürmek.

ABD Tarım Bakanlığı, FDA, bunların varlıklı destekçileri, genetik mühendisliği şirketleri dünyadaki açlık sorununu çözmeye çalıştıklarını iddia ediyorlar. Ancak biraz daha dikkatli bakılınca gerçek hedefleri görülebiliyor. ABD hükümeti varlıklı ve fakat sorumsuz destekçilerinin en yüksek refah seviyesinde kalmasına çalışıyor. İkinci hedef de, biyoteknoloji şirketlerinin global yiyecek piyasasını deneysel üretimleriyle kontrol etmeleri. Devletlerin büyük şirketleri korumaya çalışmalarını anlayabiliyoruz. Şirketlerin kar elde etmeye çalışmalarını da. Ama, biyoteknoloji şirketleri bu hedeflere ulaşırken ürünlerinin uzun vadedeki etkilerini görmezden geliyorlar.

Biyoteknoloji şirketlerinin yiyeceklerin genleriyle oynama sebepleri şunlar: Ürünün raf ömrünü uzatarak karlarını artırmak, kimya endüstrisinin böcek ilaçlarıyla ve yabani ot ilaçlarıyla uyumlu bitkiler üreterek karlarını artırmak, daha pahalı satılan (ama içinde kendi yabani ot ilacını barındırdığı için çiftçiye cazip gelen) tohumlar üreterek karlarını artırmak.

Gerçek bilim ve sahte bilim

Eğer bütün bu kurumları Küçük Frankeştayn yönetiyor olsaydı, şeytani kumpaslarının ismi "bilim" olamazdı. Çünkü hiçbir zaman, aile soframıza koyacağımız yiyeceklerin güvenliğini test etmezdi. Gerçek bilim ise "bilimsel metot" ile çalışır. Bilimsel metot teoriyle pratiğin uyup uymayacağını görmek için testler yapar. Yeni bir teknolojinin insanlar için güvenilir ve faydalı olduğu uzun bir zaman test edildikten sonra market raflarına konabilir. Gerçek bilim, insanları deney faresi gibi kullanmaz. Burada da, biyoteknoloji şirketlerinin aynı Küçük Frankeştayn gibi işler yaptığını görüyoruz. İnsana ne etki edeceği araştırılmamış deneysel yiyecekler, üzerinde hiçbir uyarı etiketi taşımadan bütün dünyaya satılıyor.

Biraz da genetik mühendisliği şirketlerinin geçmişine bakalım. Mesela, Monsanto. Geçmişte neler yaptığına bakarak bugünü ve geleceği hakkında da bir fikrimiz olabilir.

Monsanto, Vietnam Savaşı sırasında "Agent Orange" ismi verilen biyolojik bombanın bir parçasını 2,4,5-T'yi üretti. Bu bomba insanları öldürdü. Monsanto, kanser riski taşıdığı ve üreme sistemine zarar verdiği için ABD'de 1976 yılında yasaklanan PCB (poly-chlorinated-biphenyls)'nin de tek üreticisi idi. Bugün yapılan araştırmalar çok küçük dozlarda çocuklarda gelişim bozukluklarına sebep olduğunu gösteriyor. Bütün insanlar şu anda vücutlarında bir miktar PCB taşıyor çünkü bu madde "lipofilik" ve gıda zincirinde çoğalıyor. Bunun anlamı şu: Dünyadaki bütün canlıların fizyolojilerine yavaş yavaş yayılıyor. Monsanto suni kimyasal tatlandırıcı Aspartam'ın da sahibi ve üreticisi. NutraSweet markasıyla pazarlanan bu ürünü kanser riski ile ilişkilendirilen bir ilaç olmasına karşın kanundaki boşluklarla bir gıda katkı maddesiymiş gibi satılıyor. Monsanto, ABD Tarım Bakanlığı ve FDA, tüketicilerin sütüne rBGH (bovine growth hormone) hormonu katmak için işbirliği yaptı. Bu hormon inekleri hasta etmekle ve kanser risklerini artırmakla ilişkilendiriliyor. Şimdi de, Monsanto ve diğer biyoteknoloji şirketleri yiyeceklerimizin genlerini değiştirmek istiyor. Yiyeceklerimiz konusunda bu şirketlere güvenebilir miyiz?

Bu şirketler şu ana kadar sadece patatesin genleriyle oynamadılar. Domates, mısır, soya, kabak, kanola, pamuk ve sütün genlerini de değiştirdiler. Biyoteknoloji şirketleri yaptıklarının uzun zamandır uygulanan melezleme ve aşılama pratiğinin doğal, normal bir uzantısı olduğunu iddia ediyorlar. Aslında gerçeğe bakarsak, daha önce hiç görülmemiş garip bir teknolojiyi insan ırkı üzerinde deniyorlar. Küçük Frankeştayn bu günleri görseydi çok memnun olurdu...

Bu yiyecekler bütün dünyaya pazarlanıyor. Birçok hükümet safiyane bir şekilde Amerikan hükümetine, Tarım Bakanlığı'na, FDA'ya güvendiği için ABD ne derse onu yapıyor. Böylece, bütün dünyadan insanlar deney faresi gibi, kendilerine ne etki edeceği bilinmeyen yiyeceklerle besleniyor.

Nasıl korunabilirsiniz?

Bu konuda daha fazla bilgilenerek sevdiklerinizi koruyabilirsiniz. Genetik mühendisliği kullanan ürünleri ve markaları öğrenerek bunların boykot edin. Hükümetinize, yöneticilerinize, bu deneysel yiyecekleri yemek istemediğinizi söyleyin. Medyaya, televizyonlara, gazetelere yazın.

Genetik mühendisliği kullanan ürünler:

Coca Cola (mısır şurubu (nişasta bazlı sıvı şeker) ve/ veya Aspartam)
Fritos (mısır)
McDonalds patates kızartması (patates)
Nestle çikolata (soya)
NutraSweet (Aspartam)
Kraft salata sosları (kanola yağı)
Similac bebek maması (soya)
Land o Lakes tereyağı (rBGH)

(Not: Bu kısa liste 1997 yılında yazarın yakalayabildikleri. Günümüzde bu listenin sayfalarca olacağını söylemeye gerek bile yok.)

Genetiği değiştirilmiş yiyecekler:

Domates: Bakteriden elde edilmiş "kanamycin" direnç genleri, virüsler, dil balığı ve Kuzey Atlantik midyesi DNA'ları ile genetik mühendisliği ürünü.

Patates: Bir böceğin (wax moth) DNA'sı ile genetik müheldisliği ürünü. Bacillus thuringiensis bakterisinin DNA'sı ile kendi böcek ilacını içinde üretiyor.

Mısır: Kimyasala böcek ilacı glufosinat'ın yüksek miktarlarına toleranslı olması için genleriyle oynandı. Bacillus thuringiensis bakterisinin ve bir virüsün DNA'sı ile birleştirildi.

Soya: Monsanto bir bakterinin genleriyle soyanın genlerini birleştirdi. Böylece Monsanto'nun ürettiği kimyasal böcek ilacı (glyphosate)'na dayanıklı hale geldi.

Kanola yağı: California şalgamı, değişik virüsler ve bakterilerin DNA'ları ile birleştirildi. Bu genetik mühendisliğinin sonucunda daha fazla laurik asit üretiyor.

Pamuk çekirdeği yağı: Arabidopsis bakterileri ve virüslerden DNA aktarıldı. Bromoxynil isimli kimyasal böcek ilacına dayanıklı hale getirildi. Bromoxynil insanlarda doğum anomalilerine sebep oluyor.

Bu yiyeceklerin genetik mühendisliğiyle üretilmiş olanları, etiketlerinde hiçbir bilgi taşımayacağı için normal yiyeceklermiş gibi ABD'de marketlerde satılıyorlar. Eğer sizin ülkenize de ABD veya Kanada'dan bu ürünler geliyorsa bunları yemekten veya içinde bunların kullanıldığı paketli ürünleri yemekten kaçının. Mümkün olduğunca, organik yiyeceklerle beslenmeye çalışın. Kendiniz bir şeyler yetiştirmek isterseniz sadece organik tohum kullanın.

Mısır ve soyaya dikkat:

Mısır ve soyaya özellikle çok dikkat etmek lazım çünkü birçok paketli üründe kullanılıyorlar. İçeceklerde, asitli meşrubatlarda, tatlı yiyeceklerde, şekerlemelerde ve aspirinde bulunan mısır şurubu, nişasta bazlı sıvı şeker, fruktoz ve fruktoz mısır şurubundan kaçının. Mısır yağı, mısır nişastası, mısır unu, karbonat, kabartma tozu, glikoz şurubundan uzak durun. Soyadan uzak durun. Soya unu kullanılan hamur işleri, pizza, kurabiye, kek, makarna, et ürünleri (mesela Big Mac), tofu, soya sütü, bebek maması, gofret, margarin, dondurma, kedi-köpek maması, hazır salata sosları, soya sosu, lesitin ve soya lesitini yemeyin. Bu liste toplam 30 bin üründen uzak durun anlamına geliyor.

Süt ve peynir:

Monsanto'nun genetik mühendisliğiyle ürettiği rBGH hormonu ineklerin daha fazla süt vermesine sebep oluyor ve korkunç derecede mastit (meme iltihabı)'e sebep oluyor. Bu hasta ineklerin devamlı doktor gözetimi altında olması gerekiyor ve antibiyotiklerle tedavi ediliyorlar. Sütleri yüksek oranda cerahat içeriyor. İnsanlarda kanser riskini artıran rBGH içeriyor.

Peynir satın alırken organik mayayla yapılmış olanları satın alın. Günümüzde çoğu peynir genetik mühendisliği ürünü "chymosin" isimli mayayla yapılıyor.

Hamur işleri:

Bazı ekmek ve hamur işlerinde genetik mühendisliği ürünü enzimler veya diğer maddeler kullanılıyor. "Dough conditioner", "amylase", "catalase" ve "lactase" gibi maddelerden uzak durun.

Et, tavuk, balık:

Modern çiftliklerde büyüyen çoğu hayvan genleri değiştirilmiş yemlerle besleniyor. Üstüne üstlük, hastalıklı ve ölmüş hayvanlardan elde edilmiş korkunç karışımlar yediriliyor. Bugün yenebilecek en güvenilir et ve tavuk organik yemlerle beslenenler. Çiftlik balıklarından da uzak durun.

( 1997 yılında yazılmış bir yazı olmasına rağmen, günümüz için de son derece faydalı olacağını umduğumuz için bilginize sunuyoruz. Yazarın listelediği genleriyle oynanmış yiyecekler de, paketli ürünler de bugün kat kat fazla.)

Yazar: Peter M. Ligotti (Orijinal başlık: Avoiding Dangerous Foods)

Bu yazı http://gidahareketi.org/Katil-Yiyeceklerden-Uzak-Durun-343-haberi.aspx

den alınmıştır...


 

BEBEĞİM

Sütlaç Annesini TV de İzledi

Sütlaç Annesini TV de İzledi


Anne Olunca Anladım programı Kanal1  in konuğuyduk Dr. Hakan Çoker ile. Sevgili Hülya Yıldırım, bilinçli bir anne olarak kendini bu konulara adamış. Devamını oku...

More:

DOĞAL YAŞAM

Bebekli Piknik, Dere Çiftliği' nde Melekler

Bebekli Piknik, Dere Çiftliği' nde Melekler


Az kişiydik, öz kişiydik, Dere Çiftliğindeydik, bebeklerleydik, biraz üşüdük, fazlaca da terledik, gezdik, dereye düştük, bol bol yedik, içtik, uyuduk, uzandık, sohbet ettik, çilek topladık yedik, bal...

Devamını oku...
More:

JALE ÖZEN KİMDİR?

Kişisel Bilgiler:
Doğum: 1968-Kayseri
Uyruk: T.C.
Eğitim: 1993-1990 Marmara Üni. Güzel Sanatlar Fak. Tekstil Anasanat dalı-Giyim Bölümü
1989-1985 Ege Üni.Tekstil Müh. Fak. Tekstil Teknolojisi
1985-1982 İzmir Karataş Lisesi –Matematik Bölümü

CEP:0 537 327 00 06

Jaleozen68@gmail.com

Devamı...