SİTE: Ana Sayfa
  • Increase font size
  • Default font size
  • Decrease font size
Arama

Hamileler Kulübü

Doğumda Tanrıça Olmak

Doğumda kadının Tanrıça gibi olması... ya da hissetmesi... ya da hissettirilmesi... ya da öyle görülmesi... ya da tanrıçalığa oynaması... ya da kutsallaşması... ya da... diye diye devam edebilirim.

Doktor Hakan Çoker harika bir söz göndermiş;

" Doğumda kadın bir TANRIÇA gibi görülmüyorsa, birileri ona yeterince destek ve güven vermiyor demektir. "

İnna Gaskin May

İşte biz bunun için çaba harcıyoruz. Elele verip bu duyguyu yaşatmak, hatırlatmak için...

Doğum, kadın ve varoluş, varediş, varediliş, aşk, hayata bağlanmak, destekleşmek, elele olmak, güvenmek, huzuru hisetmek, yaşamı duymak, yaşama izin vermek, yaşama yol açmak, yaşamı kucaklamak, yaşamı yudumlamak, yaşamı emmek, yaşamak için dokunmak, kucaklamak, sevgiyle güçlenmek, bir olmak, birken iki olup gene bir olmak, duyguda bir olmak... cümlelerimin sonu gelmez. Hepsi sadece kadın ve doğum ve Tanrıça için aklıma gelen uzun bir yazının paragraf başlıkları...

Tanrıça derken, yaratıcı olmaya soyunmaktan bahsetmiyoruz elbette... Yaratıcının sayesinde içimizde bir can üreyebildiğini ve doğum yapabildiğimizi biliyoruz. Tanrıça derken bunu değil, doğumunve doğum yapan kadının kutsallığını kastediyoruz. Doğumun anlamını, doğumun o eşsiz yüceliğini... Ulvi duygunun kalpteki yansımasını.

Hamileyken çoğu baba adayı için sevgili kadını zaten kutsal bir yer daha kazanıyor kalbinde. Bazı baba adayları, hamilelik boyunca karısına adeta tapıyor zaten. Ama kadının ne hissettiği veya hissetmesini sağladığı önemli.


Doktor Hakan Çoker' in Doğumda Korku konulu yazısında da belirttiği gibi;

Doğum kutsallığı son derece doğallıkla hissedilen yaşanılan bir durumdan, yüzyıllar içinde değişen bir süreçte, kirli, kötü, günah aşamalarından da geçip, korku ve acının hakimiyetine alınmış duygularla, en kolayından aradan çıkarılması gereken, sadece hamilelik dönemi hissedilen ama doğum aşaması hissedilmeden geçilirse daha makbul olan, bu arada "bebek ne ister" diye sorulmayan, adeta "-haydi bakalım geçmiş olsuuuun" denilen bir hastalık haline bile gelmiş.

"Helen Wessel yazdığı Doğal Doğumun Coşkusu - isimli kitabında doğum ve dinin aile düzenleri üzerindeki etkilerini anlatırken M.Ö.3000 yıllarına kadar gittiğimizde komplikasyon olmadığı sürece kadınların doğal ve çok az bir rahatsızlıkla doğumlarını yaptığını anlatıyor. O dönemlerden yüzyılın başına kadar geçen bu sürede annelik kutsanır, anneler toplumda korunurdu. Bebeğin oluşumu hakkında yeterli bilgiler yokken kadınların istemleri sonucu hamile kaldıklarına inanılırdı. Bu yüzden bir kadın doğum yaptığında tapınaklarda toplanılır, doğum ve anne kutsanırdı. Doğumda ağrı ve komplikasyonlar akla bile gelmez, doğumun ve bebeğin kutsallığı yaşanırdı. Doğum yapacak kadınlar bölgenin bilge kadınları tarafından şefkat ve güvenle yönlendirilirlerdi. Kadınlar hayat veren ve iyileştirenlerdi. Erkekler yiyecek bulur,ağır işleri yaparlardı. Görevleri farklıydı ama eşittiler.

Tıp eğitiminin ilk yazılı belgelerine doğru baktığımızda Hipokrat ve Aristoteles'in yazılarında da doğuma bakışın değişmediğini görürüz. Her ikisi de doğumla ilgili yazılarında ağrıdan pek bahsetmezler.Bunun yerine Aristoteles beden-zihin bağlantısından ve doğumda gevşemenin öneminden bahsetmektedir. Komplikasyon olması durumunda bile derin gevşeme sayesinde bu durumların düzeldiğini anlatmaktadır.

M.Ö.son yüzyıla doğru yunan tıbbının önemli isimlerinden Soranus Hipokrat ve Aristoteles'in bilgilerini kitaplaştırdı. Soranus bu kitapta doğumda kadının istek ve duygularını dinlemenin önemininden bahsetti, kolay bir doğum için gerekli gevşemenin zihin gücüyle sağlanabileceğini vurguladı. Diğerleri gibi komplikasyon olmadığı sürece ağrıdan bahsetmemiştir. Bu dönemde de kadınlara doğum yaparken sevgi, nezaket ve saygıyla yaklaşılmıştır. Bu yüzden gerek hamilelik sırasında gerekse doğumda kadınlar kendilerini güven ve sevgi dolu bir ortamda buluyorlardı. Doğumla ilgili en ufak bir korkuları yoktu. Bu durum binlerce yıl devam etti.

M.S.ikinci yüzyıldan itibaren yavaş yavaş dinin de etkisiyle erkeklerin egemenliğinin artması sonucu kadınlara-özellikle ebe ve şifacı kadınlara karşı nefret ve aşağılama başladı. Daha önce iyileştirici özelliklerinden dolayı toplumda sayılan şifacı kadınlar yine aynı özellikleri sebebiyle aforoz edilmeye başlandılar.Doğaya taptıkları, doğumu kutsadıkları tapınaklar ve tanrıça heykelleri yıkıldı. Soranus'un öğretileri de bundan nasibini aldı ve doğal ve rahat doğum konsepti küllerin arasında kaldı. Hatta İskenderiye'den St.Clement şöyle yazdı: Kadınların sadece kadın olması bile utanç duymaları için yeterlidir.

Artık yasalar hamilelerin ve doğum yapan kadınların izole edilmelerini emrediyordu. Doğumlar artık papaz ve keşişlerin yönetimindeydi. Doktorların izin almadan günah tohumu olarak görülen bu gebelere müdahale etmeleri yasaktı. Doğumla ilgili korkular bu dönemde oluşmaya başladı. Yaşamın başlangıcı olan doğumu coşkuyla yaşayan kadınlar için artık doğum acı, korku ve yanlızlık getiren bir olay haline gelmişti. Kadınlar hamile kalınca kendilerini güvensiz hissediyorlardı. Doğum denince akla sadece ağrı, acılar ve sefalet geliyordu.

16.yüzyılın başları geldiğinde Soranus'un öğretileri yeniden keşfedilmeye başlandı. Tıp dünyası bu keşfe ilgi gösterdi ve ilk doğum kitapları yazılmaya başlandı. Bu hoş olmayan doğum işleri yine kadınlara devredildi. Ebelik kavramı yeniden canlandı ama artık ağrı ve korku doğumla özdeşleşmişti. Bu yüzden en fazla afarozların yaşandığı Almanya'da ebelere "weh mutters" ismi verildi yani "acının anneleri".

Rönasansla birlikte tüm Avrupa'da başlayan yeniden yapılanma sürecinde kadınlar daha iyi koşullara kavuşmaya başladılar. Ancak bu çok yavaş oluyordu. Kloroformun bulunmasına rağmen bunun kadınlarda ağrı kesici olarak kullanılması uzun süre yasaklandı. Ağrı doğumda kadınların günahlarından arınması için vardı ve ağrıyı kesmek Tanrı'nın emirlerine karşı gelmekti.

İhmal edilen ve yalnız bırakılan bu kadınlarda anne ölümleri çok yüksekti.Bu olaylara baktığımızda kadınları korkutanın doğum değil daha çok komplikasyonlar ve sonucunda gelen ölümlerin olduğunu görüyoruz. Aşırı korku gerginlik yaratıyordu, bu da normal görevini yapması gereken rahimin çalışmasını ve rahim ağzının açılmasını engelliyordu. Böylece komplikasyonlar ve ölümler artıyordu.

1800'lü yılların ortalarına doğru doktorların doğumla ilgilenmelerine izin verilmeye başlandı ancak erkek olan bu doktorların birçoğu doğumla ilgilenme konusunda isteksizdi. Hatta daha çok yeteneksiz ve alkolik olanlar doğumla ilgilenmek zorunda bırakılıyorlardı. Ama bunun bir önemi yoktu çünkü o dönemlerde tıp dünyası doğum yapan bir kadının ihmal edilmesini hala normal karşılıyordu.

1800'lü yılların sonunda kraliçe Victoria'nın doğum yaparken kloroform istemesiyle doğumda anestezinin kapıları da kadınlara açılmış oldu.Ancak bu da gerek Avrupa gerekse Amerika'da başka bir felaketi getirdi. Evde anestezi çok tehlikeli olduğundan ve sık sık ölümler görülmeye başlandığından dolayı doğumlar artık hastanelerde yapılmaya başlandı.
Yani ağrıdan kurtulmak isteyen kadınlar anesteziyi kullanmak adına evlerini bırakıp hastanelere gitmek istediler. Böylece babalar artık doğumun bir parçası değildiler ve ailelerin kendi doğumları üzerindeki karar verme seçenekleri ellerinden alınmıştı. Kadınlar doğumda daha da yanlızlaştılar.

Hastanelerde doğum başladığında bu sefer kadınları başka bir felaket bekliyordu. Doğum servisleri o zamanlar çok kirliydi. Sadece yıkanmayan ellerden bile enfeksiyon bir gebeden diğerine kolaylıkla yayılıyordu. Daha güvenli ve iyi tedavi için hastaneleri seçen gebeler bu sefer de enfeksiyondan ölüyordu. Bu enfeksiyonun adına "doğum ateşi"ismini vermişlerdi. Hastanelerdeki bu yüksek anne ve bebek ölümlerine normal karşılanıyordu oysa ev doğumlarında gerek komplikasyonlar gerekse ölümler daha azdı.1913'te yapılan bir çalışmayla hastanesi olmayan adalardaki balıkçı köylerinde, keçi,domuz,tavuk gibi hayvanlarıyla içiçe yaşadıkları evlerinde bile doğuma bağlı ölümlerin görülmediği tespit edildi. Hastanelerde ise komplikasyonlardan çok enfeksiyona bağlı ölümler yüksek çıkıyordu. Sonuçta ölümün adı doğumla birlikte anılmaya devam etti ve bu büyük bir korku yaratıyordu.

Artık kadınların doğuma bakışı değişmişti. Gerginlik ve korku doğumda bazı şeylerin yanlış gitmesine neden oluyordu. Komplikasyonlar en iyi ihtimalle büyük acılar demekti ama genellikle ölümle sonuçlanıyordu. Artık doğumun coşkusunun yaşanamadığı çok açıktı. Kadınlar için hamilelik ve doğum artık sadece acı ve korkuydu.

Doğumun bu kötü kaderini yine bir kadın değiştirmeye başladı-Florence Nightingale. Nightingale yeni ebelik okulları oluşturdu. Tüm doğum servislerinin temizlik ve hijyen açısından aynı yükseltilmiş standartlara kavuşmasını sağladı. Hastane enfeksiyonları ortadan kalktı. Meydana gelen değişimler doktorları da etkiledi. Beceriksiz ve alkolik doktorlar doğumlardan uzaklaştırıldı. Artık kadınlar doğumda hakettikleri saygı ve sevgi ortamına kavuşmuştu.

Ama artık çok geçti. Anestezinin doğumda kullanılmasıyla birlikte tüm doğumlara gerekli-gereksiz müdahale edilmeye başlandı. Doğumda ağrının kaçınılmaz olduğu düşüncesiyle ağrıyı kesmek için açılma döneminde yüksek doz ağrı kesiciler verilirken, doğum anında da genel anestezi uygulanmaya başlandı. Uyuşturulmuş bebeklerin genel anestezi almış annelerden aletlerle çekilip çıkarılması bir kural olmuştu. Bütün amaç ağrıyı yok etmekti, gerisi önemli değildi.

Günümüzde tersi kanıtlanmış olmasına rağmen doğum işiyle uğraşanlar da dahil olmak üzere kadınların birçoğu doğumda ağrının kaçınılmaz olduğuna inanmayı sürdürmektedirler. Halen büyük bir kesim yapabilecekleri en iyi şeyin bedenlerine güvenerek kendilerini bedenlerinin ve bebeklerinin rehberliğine bırakıp sakin bir doğum yapmak yerine, bu durumdan kurtulmaları için doktor ve ebelere sorumluluğu vermek olduğuna inanıyorlar.

Birçok hastane kanıta dayalı ispatlamış sonuçları olmayan müdahaleleri rütin olarak kullanmaktadır. Yapılan bu müdahalelerin birçoğu ağrının artmasını tetiklemekte, bu da daha sonra yapılacak müdahalelere zemin hazırlamaktadır. Müdahaleler birşeylerin ters gitmesi demekti. Bu yüzden kadınlar doğum hikayelerini hayal kırıklıkları ve nelerin ters gittiğinin açıklamaları şeklinde anlatmaktadırlar. Bahsettikleri genellikle uzun süre çekilen ağrılar, ilaçlarla müdahaleler, suni sancılar, ilerlemeyen doğumlar, yorgunluklar ve en önemlisi yardıma muhtaç olma duygularıdır. Bu tür bir travma anneleri ve bebeklerini derinden etkilemektedir. Doğumun coşkusunu hissetmeleri imkansız hale gelmekte, doğum kurtulunması ve yardım edilmesi gereken bir prosedür halini almaktadır."

Oysa doğum tam anlamıyla kadının en fazla yaratıcıyla yakınlaştığı, en fazla kutsallaştığı, en fazla güç kazandığı, en fazla aşkla dolduğu , en fazla bir iken iki ve ikiyken bir olduğu andır. Hatta baba da varsa doğumda ve eğitimlerle bilinçaltındaki o muhteşem babaya da ulaşılabilindiyse, doğuma da katılabildiyse, aşkın zirve yaptığı, üçken 1 oldukları an...

" Doğumda kadın bir TANRIÇA gibi görülmüyorsa, birileri ona yeterince destek ve güven vermiyor demektir. "

İna Gaskin May




 

Jale Özen DDB

Doğumda Zamana Saygıya Dair


Doğumun zamanını beklemek ve doğumda da zamana saygı duymak... Süreci yaşamak ve hissetmek

İşte gene harika bir doğum.

Dr.Ahmet Akkoca' dan dinliyoruz:

42+1 haftada aramıza gelen Sofi bebek doğumda zaman...

Devamını oku...

Çevrimiçi Kullanıcılar

Şu anda 30 ziyaretçi çevrimiçi

DDB

  AMACI NEDİR?


Doğal Doğum Bilincinin amacı, toplumu, özellikle de anne ve babaları doğumun doğal olmasının önemi ve tekniği hakkında  bilinçlendirmek, kalıplaşmış ve korkunun beslendiği kalıpları kırmaktır. Toplumları gerçek değerlerini kaybetmemiş bir toplum olarak güçlü kılmanın en önemli yolu, anne bebek arasındaki bağları ve  dolayısıyla da aile bağlarını kuvvetlendirmektir. Bu bağların en güçlü ve en derin olanı hamilelikte ve doğum sırasında anneyle bebek arasında kurulabilir. Sonrasında kazanılabilecek güçlü diğer bağlar da  ailesel ve toplumsal değerler ile ve sevgiyle saygıyla kazanılır.


BEBEĞİM

Sütlaç Annesini TV de İzledi

Sütlaç Annesini TV de İzledi


Anne Olunca Anladım programı Kanal1  in konuğuyduk Dr. Hakan Çoker ile. Sevgili Hülya Yıldırım, bilinçli bir anne olarak kendini bu konulara adamış. Devamını oku...

More:

DOĞAL YAŞAM

Bebekli Piknik, Dere Çiftliği' nde Melekler

Bebekli Piknik, Dere Çiftliği' nde Melekler


Az kişiydik, öz kişiydik, Dere Çiftliğindeydik, bebeklerleydik, biraz üşüdük, fazlaca da terledik, gezdik, dereye düştük, bol bol yedik, içtik, uyuduk, uzandık, sohbet ettik, çilek topladık yedik, bal...

Devamını oku...
More:

JALE ÖZEN KİMDİR?

Kişisel Bilgiler:
Doğum: 1968-Kayseri
Uyruk: T.C.
Eğitim: 1993-1990 Marmara Üni. Güzel Sanatlar Fak. Tekstil Anasanat dalı-Giyim Bölümü
1989-1985 Ege Üni.Tekstil Müh. Fak. Tekstil Teknolojisi
1985-1982 İzmir Karataş Lisesi –Matematik Bölümü

CEP:0 537 327 00 06

Jaleozen68@gmail.com

Devamı...